Gazze’nin bombalı gecelerinde geçen bir hayat; savaşın ortasında kaybolan umutlar ve seslerin yankılandığı bir dünyada, foto muhabir Fatma'nın ölümü, bir savaşın ne denli acımasız olabileceğini gözler önüne seriyor. "Öleceksem gürültülü bir ölüm olsun" ifadesi, onun yaşadığı gerçekliğin bir yansıması olarak, sadece kendi cesaretini değil, savaşın acımasızlığını da simgeliyor. Fatma, belki de son fotoğrafını çekerken, bu cümleyi bir manifesto gibi taşımış ve adını tarihin acı sayfalarına kazımıştır.
1985 yılında Gazze'de doğan Fatma, genç yaşlardan itibaren fotoğraflar aracılığıyla yaşadığı dramı belgelemeyi seçti. Ailesinin de savaşın getirdiği zorluklarla savaştığı bir ortamda, Fatma’nın sanata olan ilgisi çoğalmış ve onu foto muhabirliği kariyerine yönlendirmiştir. Mücadele eden bir kadın olarak, sadece gördüklerini değil, aynı zamanda hissettiklerini de fotoğraflarıyla aktarabilme arzusundaydı. Gazze’nin duvarları arasında sıkışmış hayalleri ve umutları, onun fotoğraflarında yaşam bulmuştu.
Fatma, çalışmalarıyla insanlık haline dair derin bir anlayış geliştirmişti. Savaşın efsanelerini, annelerin gözyaşlarını ve çocukların masumiyetini belgeleyerek, kendine has bir tarz oluşturmuştu. Ancak bu cesur duruşu, ona ödetilmesi gereken bir bedel olmuş ve en nihayetinde hayatıyla sonuçlanmıştır. Her bir kare, savaşın etkilediği hayatların tanıklığını taşırken, onun acı dolu hikayesi ve sesi, izleyenlere çarpıcı bir şekilde ulaşmıştır.
Fatma’nın ölümü, sadece bir bireyin değil, savaşla beslenen bir toplumun kaybı olmuştur. Kendisi, yalnızca bir foto muhabir değil; aynı zamanda bir aktivist, bir savaş tanığı ve halkın sesi olmuştur. Ölümünden sonra, ardında bıraktığı fotoğraflar, Gazze’de yaşananların unutulmaması ve hala devam eden dramatik olaylara dikkat çekilmesi adına önemli bir kaynak olma niteliğini taşımaktadır. "Öleceksem gürültülü bir ölüm olsun" sözü, onun ne denli kararlı, cesur ve savaşın dehşetlerine karşı bir direniş içinde olduğunu gösteriyor. Fatma, savaşın doğal bir sonucu olarak yaşananları kayda alarak, insanlığın ortak hikayesinin parçası haline gelmiştir.
Fatma'nın ölümündeki sessizlik, aslında onun yaşamına dair büyük bir ironi taşımaktadır. Medya, çoğunlukla savaşla ilgili haberlerde sıradan insanların hikâyelerini göz ardı etmekte; oysa Fatma gibi insanların cesareti, savaşın korkunç yüzüyle yüzleşmek için bir ayna görevi görmektedir. Kayıplarımızın sayısı arttıkça, savaşların gerçeklerinin üstü örtülmemeye çalışılacak, Fatma'nın tanıklığı da bunun en belirgin belgelerinden biri olacaktır.
Sonuç olarak, Fatma’nın hayatı ve bıraktığı miras, Gazze’nin sesi olarak kalmaya devam edecektir. Sadece bir fotoğrafçı olarak değil, aynı zamanda bir savaş tanığı, bir hikaye anlatıcısı ve bir insan olarak, onun cesareti, tüm dunia için unutulmaz bir derinliğe sahiptir. Fatma’nın yüksek sesi, belki de bir gün adaletin sağlanacağına dair bir umudun yeniden doğmasına vesile olacaktır. Onun anısını yaşatmak ve savaşın sesini yükseltmek, gelecekteki nesillerin sorumluluğudur ve bu sorumluluğu üstlenmek, Fatma’nın ruhunu onurlandırmanın en güzel yoludur.
Fatma’nın ardından kalan anılar, Gazze’nin kurtuluşu ve barış dolu günleri için birer sembol haline gelmiştir. Onun cesareti, savaşın dehşetini belgeleyen bir ışık olmayı başarmıştır. Photoplay tarafından başlatılan birçok uluslararası sergi ve gösterimle, Fatma’nın hikayeleri, sanat aracılığıyla dünya ile paylaşılmakta; umutlara ve hikayelere kapı aralamaktadır. Şimdi sıra bizlerde; onu unutmayarak hatırlamak, onun sesini duymak ve savaşın gerçek yüzünü dünyaya anlatmaktır.